DERT VE ELEM KOKUSU
Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular; Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, adeta beni muştulamaktaydı. Halife, bana tam on kat elbise verdi... yüzlerce methüsena, ona yakın olsun! Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... nihayet şükür, haddini aştı.
Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte. Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin? Nerede methettiğin emirin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti.
Dilin, o padişahı methetmede ama yedi azan da şikayet edip duruyor. O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari! Ben, dedi... bütün verdiklerini dağıttım;emir ihsanda kusur etmedi hiç!
Bütün ihsanlarını aldım, fakat hepsini yetimlere, yoksullara bağışladım. Mal verdim, karşılığında uzun bir ömür aldım... çünkü içim pek temizdir benim!
Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya? İçinde diken gibi yüzlerce pislik var...hiç keder, muştulanma nişanesi olur mu? Söylediğin o geçmiş şeyler doğruysa nerede aşk, bağışlama ve razı olma nişanesi? Hadi tutalım mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiği yer hani?
Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti... fakat neden şimdi gözün gök? A ekşi suratlı, temizlik nişanesi nerede? Senden eğri lafların kokusu gelmekte, sus! Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... iyi işin yüzlerce alameti görünür!
Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!tanrı tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... imkanı yok! Tanrı bahçeleri de mahsul vermezse artık Tanrı yeri geniştir denebilir mi? Söyle!
Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... artık bundan çok geniş olan Tanrı yeri nasıl olur da mahsul vermez? Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir! Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin nişanesi? Bu nişaneler ne içinde var, ne dışında!
Arifin Tanrı’ya hamd etmesi doğrudur... çünkü o hamdın şahidi eldir, ayaktır! Hamd ediş, arifi karanlık cisim kuyusundan çekip çıkarır... dünya zindanından kurtarır! Sırtındaki takva atlasıyla ülfet nuru, hamd etmesinin nişanesidir. Bu eğreti alemden kurtulmuş, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarında yurt tutmuştur.
Oturduğu yer, yurt, vasıl olduğu makam ve rütbe, yüce himmetinin sır sedirinin üstüdür! Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada latif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır! Onların hamd etmeleri, gül bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... yüzlerce nişanesi, yüzlerce alameti ve eseri vardır!
Baharın geldiğine kaynak, fidan, çimen... o gül bahçesi, o elvan çiçekler şahittir. Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır... sedefteki incinin oluşuna şahadet edenler gibi. Halbuki senin nefesinden kötü sırrın kokusu gelmede... ey lafazan, derdin başından, yüzünden parlayıp görünmede!
Alem meydanında kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklık edip pek hayhuy etmeye kalkışma! Misten bahsetme... ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada! Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... gönül evinin gizli komşuları vardır. Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar! Ev sahibinin sezinlemediği, hiç bilmediği bir yarıktan, bir delikten onlar, her şeyi görürler.
Kuran’ı okusan a... Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar. İnsanın bilmediği bir yoldan insanın sırrını anlarlar... bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna benzer bir şeyle bilinir yol değildir. Görenlerin ortasında hileye kalkışma... mihenk ortadayken lafa girişme ey kalp!
Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardır, kalpı da... Tanrı, onu beden ve kalp emiri yapmıştır! Şeytanlar bile o kabalıklarıyla, o kötülükleriyle sırrımızı, fikrimizi, gittiğimiz yolu biliyorlar... onların bile içimize hırsızlama bir yolu var... biz, onların hırsızlıklarından baş aşağı gelmedeyiz...
Her an, bize büyük ziyanlar veriyorlar... delikleri var, yarıkları var; bizi gözetliyorlar... E artık alemdeki aydın canlar, neden gizli hallerden bihaber olsunlar? Gökyüzüne çadır kurmuş canlar, insanın vücuduna girmede şeytanlardan aşağı olurlar? Şeytan, hırsızlama olarak göğe çıkmaya kalkışır da yakıcı şahapla kovulur, sürülür.
Kötü kafir, savaşta mızrakla nasıl beyni üstüne düşerse o da gökten baş aşağı öyle düşer! Şeytanları, o gönüllerin beğendikleri ruhları kıskandıklarından gökten böyle baş aşağı atarlar...Artık çolak, topal, kör ve sağır değilsen ulu ve yüce ruhlara karşı bu zanda bulunma... utan, az söylen, can çekişme... cismi gözeten, sırlarını anlayan nice casus var!
Bu beden doktorları pek bilgilidirler... senin hastalıklarını senden daha iyi bilirler! İdrara bakıp ahvalini anlar... fakat sen; hastalığını o tarzda bilemez, teşhis edemezsin. Sonra nabızdan benizden, kandan da her türlü hastalığın kokusunu alırlar. Alemdeki Tanrı doktorları, artık sen söylemeden nasıl olur da halini anlamazlar senin?
Nabzından da gözünden de, benzinin renginden de, sende derhal yüzlerce hastalık bulur, anlarlar. Beden doktorları, doktorluğu yeni öğrenmişlerdir zaten... onlar, hastalığı teşhis için idrara vesaireye muhtaçtır. Fakat kamil, Tanrı doktorları, uzaktan adını duydular mı varlığının ta derinlerine kadar girerler! Hatta sen doğmadan yıllarca evvelki hallerini bile görürler!
Mesnevi'den Hikayeler alıntı