*
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Gönderen Konu: HÜTHÜD İLE BELKIS  (Okunma sayısı 1642 defa)

Çevrimdışı melleseferi

  • öMeR
  • Administrator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 18908
  • SiTe YöNeTiCiSi
    • www.kayseriengellilerdernegi.com
HÜTHÜD İLE BELKIS
« : Ocak 14, 2012, 02:58:42 ÖS »
HÜTHÜD İLE BELKIS

Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti. Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi. Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi. Gözü hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.

Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur. Kafirler Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü görmemişlerdi. Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de. Tanrı duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi. Çünkü o köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.

Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur de o, hazineden bir pul bile görmez. Bir zere bile o güneşten haber verir ve güneş; o zerreye kul, köle kesilir. Birlik denizinin elçisi olan katra ya yedi deniz esir olur. Bir avuç toprak bile onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önüne baş koyar. Ademin toprağı tanrıdan çevikleşince Tanrı melekleri o toprağın önünde secde ettiler. Göğün yaratılması neden di? Toprakla olan münasebeti kaldıran, müşkülleri halleden bir gözden. Toprak, kesafeti yüzünden suyun dibine gider. Öyle olduğu halde toprağa bak ki çevikleşti, süratle arşı bile geçti. Bil ki o letafet sudan değildir, ancak verici ve eşsiz, örneksiz yaratıcının ihsanından,. Dilerse havayı, ateşi aşağılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder. Tanrı hükmedicidir, dilediğini yapar.

Derdin ta kendisinden deva yaratır. Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır, bulandırır, ağırlaştırır. Yeri ve suyu yüceltirse kainat yolunu ayaklarıyla arşınlarlar, yürürler. Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der. Ateşe mensup olana der ki: “ yürü, iblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et. Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç.

Ateşten yaratılan iblis, sen de yerin dibine git. Ben dört tabiat ve illet-i şla değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve daimiyim .İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı olamaz. Bir vakit olur,adetimi değiştirir, bir vakit olur, bu tozu yatıştırırım. Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.

Dağa derim ki: “ Pamuk gibi hafifleş! Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün” Güneşe “ Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm. Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm” Tanrı güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.

Kuran okuyan biri, Kuran’dan “ Maüküm gavra” yani “ suyu kaynağından keser, yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem, benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Tanrıdan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini okuyordu. Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken, bu ayeti duyup hoşuma gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız. Belin kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”

Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti. Dedi ki: “ ey kötü kişi eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nur landır” gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş! Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur Tanrı keremiyle yine zuhur ederdi.

Fakat istiğfar etmek de elde edilir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz. Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkarın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı. Gönlü katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir? Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin. Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.

Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer gayret güzel bir tarla haline geldi. Bunlar gibi o kötü adamın inkarı da aksine olarak altını bakır haline getirir. Sulhu savaş yapar. Bu kötü kişi çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar. Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil. Kendine gel de “ tövbe eder, tanrıya sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme. Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart. Meyvenin olması için hararet ve su lazımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icabeder. Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır? Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar? Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir? Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?

Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper? Lalenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar? Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi “Kü-kü nerede, nerede” diye öter? Nasıl olur da leylek “ lek, lek – senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Tanrı, senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.

Nasıl olur da yaprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır? Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Tanrıdan hepsini de merhamet sahibi Tanrıdan! O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi. Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez. Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rab bini görür, kendinden geçer.

Şarap kokusunun şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin? Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür. Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vade verir, alametler söyler. Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filan kişi gelecek.

Onun bir alameti atlı oluşudur. Bir alameti de şu; Seni görünce kucaklayacak. Bir alameti de seni görünce gülmesi, diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır. Diğer bir alameti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç kimseye söylemeyeceksin. Bu alamet, Yahya’nın babasına da gösterilmiş, ona da “ üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın.

Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk olacağına alamettir. Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delalet eder. Kendine gel. Bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmişti. Sana da bu alametleri şeker gibi tatlı, tatlı söyler. Hatta bunlar nedir ki?

Daha yüzlerce nişaneler var. Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Tanrıdan dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alamettir. Olması için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin seher çağlarında niyaz ettiğin muradına, eline girmedikçe günlerini karatan, boynunu iğ gibi incelten maksadına erişeceğine delalet eder. Temiz erler nasıl varını, yoğunu verdin, Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın; Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın.

Kaç kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin! Bunlar yüz binlerce biçarelikler, aşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki! Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır. O alametler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun. Eyvah, gün geçer de o alametler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin. Mahallelerde, pazarlarda buzağsını kaybetmiş adam gibi koşarsın.

Birisi “ baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne” dese, “ hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil. Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin. Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be”der. Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.

Ey atlı, devletin daimi olsun. Aşıklara acı, onları mazur tut” dersin. Madem ki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler. Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar. Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakar, işte sana münafık!” der.

Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı nişanesi? Bilmez ki Bu nişane gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek? Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte Canına can katılmaktadır. Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş, bu nişaneler, o kitabın delilleridir. Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.

Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.! Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa! Bağdaki yaprakları keklik ve ötüşleri sayabilir miyim? Bunlar sayıya gelmez ama ben sınanmış adamı ir şadetmek için sayıyorum. Zuhal yıldızının nuhusiyetiyle müşterinin saadeti saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.

Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lazımdır. Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur. Talihi müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir; Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.

Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı,o yıldızının ateşinden yanar. Padişahımız, bize “ tanrıyı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak layık değil.

Fakat tasvire, hayale kapılan bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz” Cisme mensup anış nakıs bir hayaldir. Padişahlara layık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır. Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim medih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
 

Mesnevi'den Hikayeler   alıntı