TAVUS KUŞU
Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik. Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır. Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi var.
Tuzağın, av tutmaktan ne zarar vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşıran işte ben. Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin. Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun. Bu avlanmaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun. Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla. Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun! Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil. Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı? Aşağılık kişilerin tuzağına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu yemek haram. Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat oda öyle herkesin tuzağına düşer mi ya? Meğer ki sen gelesinde ona av olasın... Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin.
Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir. Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol! Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol.
Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün. Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın. Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu, ona işte padişah derler.
Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü. İçinde ulu Tanrı’nın kahır ve azabı. Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir. Seninde yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır ne meyve verir.
Bir derviş bir dervişe “Tanrı’yı nasıl gördün, söyle” dedi. Derviş dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için onu kısa bir örnekle anlatayım. Gördüm ki sol yanında bir ateş, sağ yanında da bir kevser ırmağı var. Solunda cihanı yakıp yandıran müthiş bir ateş, sağında güzelim bir ırmak.
Bir kısım halk o ateşe el atmış, bir kısım halkta o kevsere ulaşacağından neşeli ve sarhoş. Fakat bu, her kötü kişiyle her bahtı yaver olanı şaşırtacak pek aykırı ve acayip bir oyundu. Kim o ateşe, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan baş çıkarıyordu.
Kim suya atlıyorsa derhal kendisini ateş içinde buluyordu. Kim sağ yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ateş içinden baş göstermekteydi. Sol yandaki ateşe dalansa sağ yandan çıkmaktaydı.
Bunun sırrını pek az kişi anlıyor, hasılı o ateşe pek az kişi atlıyordu. Ancak başına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp ateşe kaçıyordu. Halk eldeki hazır zevki mabut edinmiştir. Hulâsa halk, bu oyunu kaybetmiş, bu oyunda zarar girmiştir.
Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, ateşten çekinmede, suya kaçmada. Fakat suya dalan, ateşten baş gösterme de. Ey hakikatten haberi olmayan, ibret al, ibret! Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım. A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
Ey Halil burada be kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi. Sen Halil gibi akıllıysan ateş senin soyudur, sen bir pervanesin. Pervanenin canı keşke binlerce kanadın olsaydı da, mahrem olmayanların kötülüklerine rağmen amasız bir suretle ateşlerde yansaydı.
Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur. Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi. O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar. Ulu Tanrı’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.
Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır coşturmuşlardır. Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir. Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici akrep değildir ki.
Büyücü bunu gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düşün, büyücüyü yaratan, neler yapmaz? Hasılı Tanrı büyüsü ile zaman, zaman nice kişiler, karı gibi alta yatmışlardır. Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kuşu gibi tuzağa düşmüşlerdir.
Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl baş aşağı olduğunu Kuran’ı okuyup anla, sihri helali gör. Ben Firavun değilim ki nehre gideyim. Ben, Halil gibi ateşe giderim. O ateş değildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ateş gibi bir su görünmededir. İyi şeyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın oruçtan da yeğdir, namazda da.
Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, namaz ve oruç, onun tam olmasıyla farz olur. Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün olur.
Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır. Cilalanabilecek seçilmiş aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir cila ona kafidir.
Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır. Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zühre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasından da. Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi, akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.
O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Tanrı’nın nurunu gören akıllar faydalanırlar. Aklı cüzü aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muratsız bir hale getirmiştir. O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.
O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu, kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür. O Firavunlukta suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.
Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur, devlet ve baht işidir bu. Hayal ve hileyi az doku. Çünkü, gani Tanrı hileciye az yol gösterir. Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hizmet et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin. Hile et de kendi hilenden kurtul. Hile et de bedenden ayrıl tek kal. Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.
Ey koca kurt, tilkiliğe kalkışma, hile ve hizmetle efendilik etmeyi umma. Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme, her şey den kurtul. Gücü kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayışa acınır.
Susuz ve aciz kişini ağlayışı mânevidir, doğrudur. Soğuk,soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir. Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. çünkü, içleri hasetle, illetle doludur.
Mesnevi'den Hikayeler alıntı