Nüfus kağıdımda yazan yıllar kadar
30.Ağustos kutladım ben. Şükürler olsun. Son nefesimi verene dek de kutlayacağım. Çocukluğumun Ankara’sında, hipodromda yapılan o coşkulu törenleri çok özlüyorum, o ayrı; ama bu yaşımın bilinciyle 30.Ağustos benim için ne demek, onu tasvir edeceğim izninizle.
Hani animasyon filmler vardır ya... Öyle bir korku filmi...
Kara, kasvetli, kupkuru topraklar... Grileşmiş, tenleri çatlamış, yaşayan ölü gibi, bakışları cansız insanlar, yerlerde cesetler, yanmış yıkılmış evlerden çıkan isli dumanlar, fonda tüyler ürpertici bir müzik...
Gökyüzünün, denizin bile rengini yitirdiği, çiçeklerin açmadığı, kuşların ötmediği, arıların uçmadığı, ağaçlarının tümünün kuruduğu bir memleket. İnanılmaz... dayanılmaz ağırlıkta bir hüzün...
İşte o.
Her metrekaresi işgal edilmiş bir Türkiye.
İçiniz katıldı değil mi?
Bugün elimizde demli çay, bacak bacak üstüne atıp, köpük köpük dalgalarını hayranlıkla izlediğimiz güzeller güzeli boğaza demirlemiş kocaman düşman gemileri...
Kim bilir bu şehirde kaç pencereden o manzaraya bakıp ruhunu kasvetin o karanlık bulutlarına teslim etti insanlar...
Kaçı boynunu büktü, kaçı sıkışan kalbini tuttu, kaçı dizlerinin üstüne ağlayarak çöktü...
Ve kaçı bu korkunç kadere razı oldu...
Binlercesi... Hatta durun. Koca bir millet !
Bir tek kişi hariç. “Bir tek” kişi.
O, sükunetle baktı boğazın zümrüt sularına. Ve.... “Geldikleri gibi giderler.” dedi.
Bağıra çağıra değil. Sakin, sakin, inanarak : “ Geldikleri gibi giderler”
Buna kendisi dışında inanan bir tek kişi yokken...
“Geldikleri gibi giderler”
Tam nerede söyledi bilmiyorum. Hayalimde tam da o sırada, o anda söylüyor bunu , “Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır.”
Nokta.
İşte tam o noktada film değişmeye başlıyor.
Müzik hızlanıyor, grileşmiş insanlar başlarını kaldırıp bakıyor, gökte bir yerde bir ışık parlamaya başlıyor çünkü. Canlanıyor insanlar, konuşmaya başlıyorlar birbirleriyle. Güneş daha da, daha da parlıyor. Yavaşçacık uyanıyor toprak. Siyahtan kahverengiye dönüyor önce. Kurumuş bir ağacın dallarında üç beş filiz beliriyor, bir kuş gelip konuyor dalına, bir gelincik açıyor oracıkta kıpkırmızı...
Ve ayağa kalkıyor insanlar. Birbirlerinin ellerinden tutup ayağa kalkıyorlar. Güneşe doğru ilerliyor hepsi. Kol kola, omuz omuza. Elleri birleştikçe attıkları her adımla yeşeriyor toprak.
Gök kubbe göz alıcı bir maviye boyanıyor yeniden. Ama ne mavi. Ama ne mavi... Bu ülke bu ülke olalı görmemiş böyle kadife gibi bir atlas... Öyle bir mavi ki, hepsinin pusulası oluyor.
Belki de gittikleri yer ölümün ta kendisi. Ama öyle bir mavi gök kubbe var ki tepelerinde, öyle bir ışık var ki tam ortasında... Böylesi bir amaç için ölüme yürümek bile güzel.
İşte 30.Ağustos, o renklerini yitirmiş ülkenin üstünde göze görkem devasa bir gökkuşağının belirip, ağacın yaprağından insanların yüreğinin çekirdeğine kadar renklerini saçtığı o gündür.
Neyle başladı bu değişim? Bir tek cümleyle. “Geldikleri gibi giderler”
İnanç nedir diye sorarlarsa bir gün bana, uzun uzun açıklamaya gerek duymam. Derim ki “Geldikleri gibi giderler” demiş ya, inanç budur.
Bu canım memleketi o korku filminin kabusundan çıkarıp o bereketli ormanın içine üfleyen mucizenin sırrı tam da orada gizlidir.
30.Ağustos Zafer Bayramı, “geldikleri gibi gittikleri” günün ta kendisidir.
Bige Güven Kızılay
kayseri de Bir ilk Kiralık Akülü Tekerlekli Sandalye Kayseri de Kiralık Tekerlekli Sandalye Kayseri de Kiralık Çocuk Tekerlekli Sandalyesi 0544 716 20 45