*
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Gönderen Konu: İBADETLERİN TANIKLIĞI  (Okunma sayısı 1652 defa)

Çevrimdışı melleseferi

  • öMeR
  • Administrator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 18908
  • SiTe YöNeTiCiSi
    • www.kayseriengellilerdernegi.com
İBADETLERİN TANIKLIĞI
« : Ocak 16, 2012, 10:02:13 ÖÖ »
İBADETLERİN TANIKLIĞI

Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır. Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir. Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.

Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir cevherim var demektir; Tanrı’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir cevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.

Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok. Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?

Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Tanrı’nın adalet mahkemesine kabul edilmez. Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için. Kendi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir. Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.

Fakat Tanrı’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır. Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.

Tanrı onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır. Bu suretle de Tanrı’nın yargılayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter. Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.

Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez. Tanrı yine onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır. Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir.

Hey, neredesin? Dense “Hoşlar denizindeyim. Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım. Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Tanrı huyu ile huylandım. Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile temizlik bağışlarım. Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.

Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir. Onun işi budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.

Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi? Su, birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa koşan birine benzer. Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.

Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır. Onda yüz binlerce ilaç gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir gelişir. Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur. Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmış kişileri o yürütür. Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır kalır.

İçten feryada başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım. Sermayemi temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?

Tanrı buluta onu iyi bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu yukarıya çek! Onu türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize ulaştırır.

Bu sudan maksat velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi iyiden iyiye yıkar, arıtır. Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa, temizlik bağışlayana gider. Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden yeryüzündekilere ders vermeye koşar.

Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, seninle bize bir huzur ver, bir istirahat ver.” Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der. Can sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir işte. Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir, kıbleyi gösterir. Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için vasıta şarttır.

Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe girebilir? Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır.

Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil. Doymak Tanrıdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?

Lütuf Tanrıdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz. Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu yeninden yakasından görür, bulur.Bu hünerler de, suyun gönlünün Tanrı lütfu ile dopdolu olduğuna tanıktır.

İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla. Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidiğine bak. İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden doktoruna bu bir delildir. Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.

Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar. Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!

Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür, meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince horoz sesine müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir iş ve bir söz olmasa da güneşin nuru, güneşe tanıklık verir.

Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur. Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.

O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur. Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır. İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi? Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.

Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır. Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır. Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü; inanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.

Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır. Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta. Söz tanığı eğri söylerse ret edilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine ret edilir.

Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!

Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Tanrı kendi lütfu ile bir hilim göstere. Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.

Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.

A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!..
 
Mesnevi'den Hikayeler   alıntı