HARUT'LA MARUT'UN HİKAYESİ
Bundan önce de bu bahse dair az bir söz söylemiştik. Fakat zaten ne kadar söylesek ancak binde birini anlatabiliriz. Bu vakayı adamakıllı anlatmak istedim ama şimdiye kadar söz, sözü açtı, birçok sebeplerle kalıp gitti. Hele bir hamle daha edeyim de çoğundan azını, adeta filin tek bir uzvunu söylemiş olayım.
Ey yüzüne kul, köle olduğumuz, Harut ve Marut kıssasını dinle! Tanrı lütfunu , padişahın lütuf şeklinde tecelli eden şaşılacak kahırlarını seyretmekten sarhoş olmuşlardı. Tanrının kahırlarında böyle sarhoşluklar varken Tanrı miracının ne sarhoşlukları var?
Tuzağındaki tane,insana böyle bir sarhoşluk verirse ya nimet sofrası ne yapar ne lütufkarda bulunur? Harut da Marut da sarhoş olmuşlar, bağlarını çözmüşler, kayıttan kurtulmuşlar, aşıkçasına hayhuylar ediyorlar naralar atıyorlardı. Fakat yolda öyle bir tuzak, öyle bir imtihan vardı ki kasırgası dağları bile saman çöpü gibi kapıp götürebilirdi.
Bu sınama bunları altüst etmekteydi. Fakat sarhoşun bunlardan ne haberi olabilir ki? Sarhoşun önünde hendek de birdir, meydan da, ona kuyu da doğru yol kesilmiştir, hendek de! Dağ keçisi, yüce dağ başlarında yiyecek arar, hiçbir zarara uğramadan koşar durur.
Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar. Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür. Derhal gözleri kararır. Bu dağdan ta o dağa sıçramak ister. Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona kadar yakın görünür ki oraya sıçramak ister.
Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona o kadar yakın görünür ki oraya sıçramak, ev kapısının etrafında koşup dolanmak kadar kolay gelir. Binlerce arşın yol ona iki arşınlık bir mesafe görünür, o sarhoşlukla sıçramak ister. Sıçrayınca da iki amansız dağın arasında ki çukura düşüverir. O avcılar dan dağa kaçmıştı, kaçıp sığındığı yer, kanını döker.
Avcılarsa o iki dağ arasındaki yarda oturmuş, bu azametli kaza ve kaderin zuhurunu beklemekteler. Dağ keçisi, ekseriyetle böyle avlanır. Yoksa bu hayvan, pek yürük, pek çeviktir, düşmanını sezer anlar. Rüstem’in kellesi, kulağı yerindedir, sakallı bıyıklı bir adamdır. Ama ayağını tutup onu kafese sokan tuzak şehvettir.
Benim gibi şehvet sarhoşluğundan kesil, bu sarhoşluğu, devede seyret.! Sonra da bu alemdeki bu şehvet sarhoşluğu, bil ki meleklerin sarhoşluğuna karşı pek hordur, pek bayağıdır. O sarhoşluk, bu sarhoşluğu kırar, mahveder. Melek, nasıl olur da şehvete iltifat eder ki? Tatlı suyu tatmadıkça acı su, insana gözünün nuru gibi hoş gelir.
Gökyüzü şaraplarının bir katrası bile insanı şaraptan da vazgeçirir, sakilerden de. Artık düşün sen, meleklerin ne sarhoşlukları olur, tertemiz ruhlar, ululuktan ne mestiliklere düşer! Onlar bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler bu alemi şarabın küpünü kırmışlardır.
Ancak, ümitsiz ve o alemden uzak olanlar, kafirler gibi kabirlerinde gizlenmişler, iki alemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir. Harut la Marut,sarhoşluklarından “ Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak, bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “ durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok. Kendinize gelin de körcesine Kerbela’ya at sürmeyin! Çünkü o çölde helak olanların kıllarından kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz. Yol, baştan başa kıl, kemik, sinir, doludur. Tanrının kahir kılıcı, nice varları yok etmiştir. Tanrı “ Tanrının inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülayim bir surette yürürler” dedi.
Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata, ata! Diyordu. Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu. Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
Gözleri, Tanrı inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır? Dilerim, Tanrı ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, doğruyu Tanrı daha iyi bilir.
Mesnevi'den Hikayeler alıntı